Ağır günlere uyandık. Endişe sızıyor her yanımızdan. Cevabı belirsiz, kemirgen sorular kuşatmış düşünceleri. Dünya aynı dünya olmayacak. Bizi biz kılan neydi? Yanlışlarımız, zayıflıklarımız, kontrollü ya da sınırsız sevgimiz belki de… Akan yaşama bir yerlerinden bağladık kendimizi. Tutunmak gerekli bir eylem miydi? Tutunamamak erdem mi yükler kişiliğimize? Zor, neden zorlar bizi? Kabul eylemi neyi başarmamızı sağlayacak? Gerçekte her yenilgi, bir sonraki zaferin mimarı mıdır? Kriz diye bellediğimiz şey, beklentimizin altında kalan durumlardan mı kaynaklıdır?
Birdenbire yön değiştiren, ivmesi değişen bir oluş yok aslında. Kar birden yağmaz, fırtına aniden oluşmaz, sağanak bir anda bastırmaz öylece. Her şeyin bir hazırlanma süreci vardır. Diyalektik böyle işler. Doğa bugüne bu süreçle geldi. Basamak basamak, aşama aşama. Bütün ilişkiler karşılıklı eylem içerir. Yapılmış bütün hatalar, giderilememiş bütün eksiklikler iki taraftandır. Yapılan yanlış bir etkileşim sonucudur. Suçlu tek başına mı suçlu değildir? Her şey birbiriyle ilintili değil miydi yoksa? “Kelebek etkisi” gerçekliği hep unutuluyor. “Bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişiklikler, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilme olasılığına sahiptir”. Amazon’da çırpılan bir kanat Amerika’da fırtınaya dönüşüyorsa, yaptığımız bütün edimler bir sonuçtur aslında.
Günübirlik hayatın alışkanlıkları, düşünme biçimleri hepten çökmüştür. Attığımız her adım bir sonrakine hazırlığı da gerçekleştiriyor. Değişim ve dönüşüm hem sorunları, hem gelişmeyi beraberinde getirir. Değişim, dönüşüm ve geçişler olmadığında durağanlaşır hayat. Kösnül, cansız… Çatışmalar, sorunlar tedirgin eder bizi, kaos yaratır beynimizde… Korkarız. Dağıtır önce bizi. Öyle ki bazen dünya sığınak olma işlevini yitirir. Ve aslında tam da burada alışkanlıklarımızı değiştirmemizin zamanı gelmiştir. Yeni olana uyum zamanıdır. Doğal selection (seçilim) de böyle olmuştu. Her şeyin; geçmişin, şimdinin ve geleceğin bir ana kilitlendiği an, işte o karar anı, anı yaşadığımız gerçek andır. Eski hayatımızın sarsıldığı yapı yıkılmak üzeredir. Bırakın yıkılsın. Yeni bir anlam yaratmalı, yeni bir tutarlılık biçimi kabul etmeli, yeni bir bütünlük kabul etmeli. Yanlışlarımız bize aitti. Kabul edip yeni yollar devşirmeli.
Daralan hayatlar öykünüyoruz. İkiye ayrılmış bütünler yaratıyoruz. Oysa her gidiş bir terkediştir. Bıraktığın yer sırtındır. Dayandığın yer sırttır. Gidiş gözlerinin gördüğüdür. Ufkun sende bıraktığı çizgidir hayat. Sırtını kendine döndüğün yer, kendini terkettiğin yerdir. İflah olmazın başlangıcıdır. Azalan paylaşımlar, tükenen birliktelikler kendinden menkul yıkılışın ilk merhalesidir. İçten sessizlik, dışa doğan umursamazlıktır. Susmak, devrilişin öyküsünü yazar. İçteki çığlık, acının yansımadan kendine batmasıdır. İlk terkediş kendinedir aslında.
Aynı coğrafyada, aynı mekanlarda, aynı odalarda varlıklar birbirine bağlı ya da bağımlıdır. Hayatlarımız iç içe geçmiştir. Birbirimiz için sorumluluklar hissederiz. Hal böyleyken tek taraflı sorumluluk, tek taraflı yanmak aydın yarınlara çıkarmaz bizi. Dillere pelesenk olmuş lugatlarla devşiriyoruz her günü. Gösterilemeyen sevgiler, bağrına taş basmalar, egemen erkek dil söylemleri. Kısacık yaşamda asırlara denk tavırlar içinde ve hallerdeyiz.