Yangınlar, seller, fırtınalar vb. bunlar doğal afetler. Yani doğal yollarla olması muhtemel doğa olayları. İnsanlara düşen hayatın her alanında bunlara hazırlıklı olmak. Bırakın insan eliyle bu felaketlerin hayat bulmasını, aslında doğal olanına bile yaşam alanlarını hazırlaması, yıkımın önüne geçecek önlemleri hayata geçirmesi gerekiyor. Ama gel gör ki, insan eliyle her geçen gün biraz daha zayıflatıp, tahrip ediyoruz doğayı, dünyayı…
Aslında duymak isteyenlere, dünyamızın imdat çığlıkları gittikçe yükseliyor.
Peki “daha iyi bir yaşam” için neden yaşanılmaz hale getiriyoruz gezegeni? Bunun sorumlusu insanların tümü mü, yoksa ‘doymak’ bilmeyen, daha da fazlasına kilitlenmiş yıkıcı bir azınlık mı?..
Birçokları için zenginlik sınırsız varlığa sahip olmaktır. Ne kadar çok şeye sahipseniz o kadar ‘iyidir’. Sonuçta zenginlik, daha iyi sağlık, daha fazla özgürlük ve arkadaşlarınızdan, çevrenizden ‘saygı’ görmek gibi türlü avantajlar getirirken, bununla birlikte önüne geçilmez bir duyarsızlığı da doğuruyor. Buna karşın daha az kaynağa sahip olanlar, başkalarının ihtiyaçlarına daha fazla ilgi gösteriyor. Yapılan bir araştırmada, eski ve en ucuz arabaları kullanan kişilerin, yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmek için bekleyen bir deneyci için durma oranının, yüzde olarak yüksek olduğu sonucuna varılıyor. Daha güzel arabalar kullananların ise, yol vermeden, durmadan sağa sola manevra yapma yüzdeleri daha yüksek çıkıyor.
Bu da zengin ve fakirlerin etraflarındakilerin ihtiyaçlarına ne kadar ilgi gösterdiği konusunda bir farkındalık oluşturuyor. Zenginler zor zamanlarda paralarına güvenirken, fakirler ise ilişkilerine güveniyorlar…
Mesela ABD’de yapılan bir araştırmaya göre düşük gelirli haneler, orta gelirli hanelere göre gelirlerinin daha yüksek bir yüzdesini hayır kurumlarına veriyor. Benzer şekilde, laboratuvar çalışmaları, daha düşük sosyoekonomik statüye sahip yetişkinlerin ve hatta çocukların, yabancılarla daha değerli şeylerini (nakit olarak kullanılabilecek puanlar veya ödüllerle değiştirilebilen jetonlar gibi) paylaştığını ortaya koyuyor.
Yine ABD’de yapılan başka bir deneyde, kendilerini olduklarından daha iyi veya daha kötü durumda olan biriyle kıyaslamaları yerine, insanları nispeten daha zengin veya daha fakir hissettirmenin, ahlaksız davranışlardaki farklılıkları tetikleyip tetiklemeyeceği test edilmiş. Kendini biraz daha zengin hissetmesi sağlanan insanlar, işyerinden ofis malzemeleri çalmak gibi etik olmayan kararları onaylıyor ve hatta çocuklar için hazırlanan bir kavanozdan daha fazla şeker almaktan kendilerini alıkoyamıyorlar…
Bu ve benzeri araştırma ve gözlemler gösteriyor ki, zenginlik arttıkça, açgözlü davranışlarda o oranda artıyor. Daha da fazlası için her şey mübah sayılıyor…
Yoksul insanların doğaya ve bir bütün olarak gezegene zarar verdiklerine dair kaç örnek vardır acaba?
Ama azınlığı oluşturan zenginlerin, açgözlülüklerinin ve hep daha fazlasını isteme dürtülerinin verdiği zararları sıralamaya kalksak sanırım sayfalar yetmez.
Bu açgözlülük kendisiyle birlikte gittikçe derinleşen bir ekonomik eşitsizlik durumunu da doğuruyor. Bu sınıfı oluşturanlar siyasi iktidarlarla iş birliği de yaparak, kendilerini daha haklı hissediyor, başkalarının ihtiyaçlarıyla daha az ilgileniyor ve bazen ilerlemek, daha fazlasına sahip olmak için bencilce, hatta etik dışı davranışlarda bile bulunabiliyor. Belki de bu nedenledir ki, özellikle sürekli artan ekonomik eşitsizlik ortamında, zenginlere ve onların yanında yer alan siyasi iktidarlara yönelik oluşan öfke, anlaşılabilir bir öfkedir.
Doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, küresel ısınma, ozon tabakasının zayıflaması, suların tükenmesi, kirlenmesi vs. bütün bunların baş sorumlusu doymak bilmeyen sermaye ve siyasi iktidarların dünyanın geleceği konusundaki vizyonsuzluklarıdır.
Belki yazdıklarımdan zenginlik karşıtlığı bir sonuç ortaya çıkıyor olabilir, ama mesele zenginliğe karşıtlık değil; doymak bilmez, yıkıcı sonuçlara neden olan daha fazlasını isteme dürtüsüne işaret etmek ve evet buna da yüksek sesle karşı çıkmak, hatta ayıplamaktır. Her şey ihtiyaç olduğu kadar üretilip, buna göre tüketilirse, daha uzun ömürlü ve daha adil bir dünya mümkün…
Bunun için de sanırım önce zenginlerin kusana kadar doymaları gerekiyor…