Mutluluk, hayatta hepimizin peşinde koştuğu ve yaratmayı amaçladığı şeydir. Genellikle ya erken ya da geç davranarak es geçmiş oluruz. Bazen de yanlış tercihlere kurban ederiz.
Mutluluk bir sonuç. Bu sonucu elde etmek için hayatlarımızı nasıl yönlendirmemiz gerektiği konusunda ise hangi girdaplarda boğuştuğumuzu düşünmeden, fütursuzca bize en iyi yolun hangisi olduğu söylenir ve genellikle toplum tarafından dikte edilir. Tabii ki, hepimiz birbirimizden farklıyız ve kendi hayatlarımızı nasıl yaşamamız gerektiği konusunda fikirlerimiz var ama yaşadığımız duygu depremleri karşısında başka bir perspektiften bakmaya acaba ne kadar istekliyiz?
Doğrusal bir şekilde yaşamak, hayatla başa çıkmak için benimsediğimiz en yaygın yaklaşım biçimidir. Kendimizi her anlamda unutarak toplumsal şablonlara uydurmaya çalışarak ki bu elbise her anlamda bize uymadığı halde sele kapılan kütük misali sürükleniyoruz.
Bu şablona uyarak yaşamak, gençken çoğu zaman işe yarıyor olabilir. Fakat toplumsal telkinler sonucu bize uymayan kriterlerde biriyle hayatımızı birleştirmişsek işte bu mutsuz olmamıza kesin nedendir.
Doğrusal bir yaşam, ne kadar ‘başarılı’ ve toplumla ne kadar uyumlu olduğunuzu dikte etme eğilimindedir. İnsanlara hayatın öngörülemez ve beklenmedik olduğunu hesaba katmayan yönergeler verir ki, insanoğlu her anlamda komplike bir mekanizmaya sahip ve nerede ne zaman patlak vereceğini kestirmek imkansızdır.
Neden Doğrusal Bir Yaşam Her Zaman En İyisi Değildir?
Doğrusal bir yaşam sürmek, yalnızca belirli bir zamanda hedeflere ulaşmamız için üzerimizde baskı oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda, var olan diğer fırsatlara karşı kör olduğumuz bir zihniyet de yaratır. Kendimiz için belirlediğimiz bir yola odaklanma eğilimindeyiz ve nadiren ‘norm’dan uzaklaşmayı göze alıyoruz. Ama es geçilen esas konu, iç dünyamızda asıl neyi hedeflediğimizi unutturan bir yaşam biçimidir ki bu da mutsuzluğa giden ana yoldur.
Doğrusal bir yaşam pişmanlıkların yuvasıdır.
Çünkü kurguluyor ve umuyoruz. Umularak kurgulanacak bir doğrusal yol yaşamak, genellikle daha sonra pişmanlıklara neden olabilir. Mutluluğun, çok çalışıp para kazandığımızda ve ancak o zaman rahatlayıp hayatın tadını çıkaracağımıza ya da duygusal anlamda bizimle örtüşmeyeni “ben bunu değiştirebileceğim”e inandırıyoruz kendimizi ve böylelikle ruh eşimizi yaratıp mutlu olacağımıza inanıyoruz. Sonuçta harabe bir enkaza dönmüş oluyoruz.
Yanlış anlaşılmasın, doğrusal bir hayat yaşamak bazı insanlara yakışabilir. Mum ışığında bir akşam yemeği ya da balkonda eş ile yapılacak bir sohbet özlemi, kısaca duygularını hayata katarak yaşamak gibi bir özlemi olmayacaklar için, evet yeterli olabilir.
Heyacanlanmanın, sarılmanın ve de sevişmenin vereceği hazzın durağına varmak içinse, yürümek istediğin yol, işte mikro bir yaşam olmalı hedefin.
Bir mikro yaşam yaşamak, her günü son gününüzmüş gibi yaşamakla ilgilidir – bu, işinizi bırakıp kalıcı bir tatile çıkmak anlamına gelmez – hayatınızın her alanında doğru dengeyi bulmak anlamına gelir. Örneğin, işinizi tüm hayatınız yapmayın, paraya sahip olmayı her şey haline getirmeyin ve tüm mutluluğunuza bunlar için son vermeyin. Kısa olan bu yaşam serüveninde teninizi, kalbinizi ve gözünüzü hiçbir şeyden alıkoymayın.
Bu yüzden var olan kör düğümlerinizi korkuyu görmezden gelerek çözün. Zihniyetinizi ve hayatınızı nasıl yaşayacağınıza dair bakış açınızı değiştirin. Her anı kucaklayın ve hayatınızın tüm alanlarında bir denge yaratın ve hepsinden önemlisi değişimi bekleyin ve kucaklayın – değişimin veya farklı yaşam biçiminin büyümenize ve hak ettiğiniz nihai mutlu hayatı yaşamanıza yardımcı olmak için orada olduğuna güvenin!