Hakkında belki de milyonlarca yazılar yazılmış, filmler çekilmiş, herkesin hayatında mutlaka en azından bir kere de olsa ‘görülmesi gereken yerler’ listesinde olan ROMA! Tarihle iç içe, unutulmaz görüntüler yaratan, her sokağı cıvıl cıvıl, sanatla iç içe, lezzet avcılarının vaz geçilmez durağı olan bu şehri ben de ayağımın tozuyla yazmak istedim.
Çok az şehir Roma’ya rakip olabilir. Milattan önce 8. Yüzyıldan bu yana çeşitli medeniyetleri ağırlamış bu topraklar, bugün hepsinden birer iz taşıyarak bizlere adeta bir açık hava müzesi sunar. Eşsiz tarih birikimi ve paha biçilmez hazineler ile çalkalanır şehir. Eski heykeller, dünya çapında müzeler, Bizans mozaikleri ve Rönesans freskleri ile süslenmiş kiliseler, barok sanatıyla ortaçağ izlerini taşıyan meydanlar ile göz kamaştırır. Şehride yürüdüğünüz zaman her hangi bir çaba sarf etmeden önünüze çıkıveren Michelangelo’nun heykelleri, Caravaggio’nun tuvalleri, Bernini’nin çeşmeleri, Raphael’in freskleri ile karşı karşıya geliverirsiniz.
İşte böylesi bir sanatla ince ince işlenmiş, dünya tarihine yön vermiş Büyük Roma İmparatorluğunun, şimdi ise İtalya’nın başkenti Roma!
Efsaneler gerçek olmuş!
Tiber Nehri’nin iki yanındaki yamaçlarda doğmuş Roma’nın kuruluşu Savaş tanrısı Mars ve kutsal ateşin koruyucusu Rhea Silvia’nın çocukları olan Romulus ve Remus isimli ikiz kardeş tarafından olmuş. Silvia’nın hiç evlenmemesi ve bakire kalması gerekirken, bu iki erkek çocuğu doğurup babalarının Mars olduğunu açıklaması üzerine, imparator Amulius tarafından çocukların Tiber Nehri’nde boğulması emredilir. Ancak anneleri bebekleri bir beşiğe koyarak nehire bırakır. Bir çoban tarafından bulunan bebekleri dişi bir kurtun emzirdiği anlatılır efsanede. Büyüyüp de gerçeği öğrenen kardeşler, topraklarına dönüp Amulius’u öldürür ve Romulus, kardeşini öldürerek kendi adını taşıyacak olan bu şehri kurar. Önceleri bunun bir efsane olduğuna inanılırsa da, 1988’de yapılan araştırmalar ve bulunanlar bu hikayeyi destekler ve efsanenin gerçek olduğunu düşündürür. M.Ö. 8. Yüzyılda kurulan Roma, en parlak dönemlerini Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu M.Ö. 5. Yüzyıl ile M.S. 5. Yüzyıl arasında yaşar. Bugün görülen pek çok yapı o dönemde yapılmıştır.

Roma İmparatorluğu’nun gerilemesi ile birlikte kent de gerilemiş ve neredeyse 11. Yüzyıla kadar harabe olarak kalmış. Rönesans ile yeniden doğuş yaşanmış. Hristiyanlığın güçlenmeye başlamasıyla, Papalık makamının da burada olması şehri yeniden taçlandırmış. 15. yüzyıldan sonra savaşlar da gören kent, 1871’de İtalya’nın başkenti olmuş.
Tarihle iç içe yürümek!
Roma’nın en güzel yanlarından biri tüm şehri yürüyerek gezebilmektir. Termini, Roma’nın merkez istasyonudur. Havaalanından gelen tüm otobüs ve trenler burada son bulur. Görülecek yerler Colosseum, Vatikan şehri, Pantheon, San Pietro Meydanı, San Pietro Bazilikası, Piazza Venezia Meydanı, Navaro Meydanı, Popolo Meydanı, Venezia meydanı, Campo di Fiori, Trevi Çeşmesi, İspanyol Merdivenleri ve Roma Forumu başı çeker. Trastevere, Testaccio ve Pigneto ise mahalle kültürünün hakim olduğu, her an süeterli, kareli kısa pantalonu ve converse’leriyle karşınıza çıkabilecek hipsterlarıyla, restoranların ve gece hayatının daha canlı olduğu sevimli mahalleleridir.
55 bin kişi kapasiteli Colosseum, M.S. 70 yılından beri ayakta ve yıllar boyunca gladyatör savaşlarına sahne olmuş. Hemen yanında Roma Forum’u var. Eğer Colosseum’un içine girmek isterseniz sakın saatlerce kuyrukta beklemeyin. Hemen karşısından, Roma Forumu ve Palatino tepesi için bilet alırsanız, burası için de geçerli olur.
Roma’ya gidip de Vatikan’ı
görmemek olmaz!
Dünyanın en küçük ülkesi, Hristiyanlığın merkezi Vatikan da Roma sınırları içindedir. Bu minicik ülkede, San Pietro Bazilikası ve meydanı, Vatikan Müzesi ve Sistine Şapeli mevcut. Vatikan Müzesi’ne giriş ücretli ve uzun kuyruklar beklemeniz gerekli. Eğer içeri girmeye niyetiniz varsa önceden internetten bileti almak ve beklemeden girmek uygun olur.
İlk Papa olarak kabul edilen, 12 havariden biri olan San Pietro, meydana ve kiliseye adını vermiş. Meydana doğru yürürken karşınıza çıkabilecek şövalye görünümlü İsvieçli muhafızlar sizi şaşırtmasın, zira 15. Yüzyıldan bu yana Papa’yı onlar koruyorlar.
Sistine Şapel’i ise Michelangelo’nun meşhur eserlerinin neredeyse tüm duavrları kapladığı adeta bir sanat müzesi. Gizli tavanarası ve tavanındaki ‘ Yaradılış’ eseri kesinlikle görülmeye değer.

Dondurma ve Tramisu yemeden
ve kahve içmeden olmaz!
Roma’da ne yenilir dediğimizde sayfalar dolusu yazmak lazım gelir. Malum İtalya’da olduğunuzdan her yerde harika pizza ve pastalar yemek mümkün. Yol üstünde giderken bir dilim pizza atıp, şehri keşfe devam edebilirsiniz. Burada pizzalar kilo ile satılır ve istediğiniz kadar alma şansınız var. Bafetto (114 Via del Governo Vecchio), salaş ama incecik pizzaları ile oldukça ünlüdür.
Ancak diğer taraftan, Roman geleneğini sürdüren restoranlar da var ki buralarda et ağırlıklı. Özellikle Trastevere’de bu tarz tavernaları bulmanız mümkün.
Mevsim ne olursa olsun buradan meşhur Roma dondurması yemeden dönmek olmaz. Kahveye gelince, Roma’da Romalı gibi yapılır. Önünüze çıkan tüm barlardan sadece 1 eur verip bir espresso içip yola devam etmek bir gelenektir.
Bunlara dikkat:
• İtalya’da onların dilinden selamlaşın. ‘Ciao’ (çav) hem merhaba hem de bye anlamında kullanılır. ‘Buongiorno’ (boncorno) iyi günler, ‘Buonasera’ (bonosera) iyi akşamlar, ‘ Buonanotte’ (bononotte) ise iyi geceler anlamındadır.
• Otobüste ya da trenden mutlaka yaşlılara yer verin. Onlarda bizim gibi bu konuda çok duyarlıdır.
• İnsanlarla sohbet edin. Takside, otelde herkes sizinle konuşmaya can atacaktır.
• Bayanlar, arkanızdan laf atanlara pek takılmayın. Ne de olsa burası Roma!